ŞANSIZ BİR SİYATETÇİ DENİZ BAYKAL

MUSTFA AKAY

7 Şubat sabahı beynimize hançer saplanmış, ciğerimiz dağlanmış olarak uyandık. Yaşadığımız deprem insanlarımızın üzerine kara bir bulut gibi çöküverdi. Her taraf kapkaranlıktı ve insanlar acı içindeydiler. Ölenler, yaralananlar ve enkaz altındaki insanların feryatları yürekleri deliyordu.

Acılı günler yaşadığımız bu günlerde Türk Siyasetine damga vurmuş bir siyasetçiyi de sessiz sedasız sonsuzluğa uğurladık.

Yaşamında olduğu gibi ölümünde de birçok tartışmaların odağı olan Deniz Baykal’dan söz ediyoruz.

Eskilerin deyimiyle “nevi şahsına münhasır” bir kişiden.

Seveni de vardı sevmeyeni de…

Hayranları kadar düşmanları da boldu.

Ölümünden sonra sosyal medya ve bazı mecralarda yapılan yoğun saldırıları ona karşı bir haksızlık olarak görüyoruz.

KİMDİR DENİZ BAYKAL?

Devlet okullarında okumuş ve yaşamını zorluklarla devam ettirmiş bir Cumhuriyet çocuğudur. Cumhuriyetin okullarında, , demokrasinin, yurtseverliğin ve birlikten yana olmanın eğitimi almış bir değerdir.

Çocuklarını da devlet okullarında okutması başlı başına bir meziyettir.

Parlak bir akademisyenken, demokrasi mücadelesini CHP saflarında vermeye başlamış 30’lu yaşlarda hiçbir koruma kalkanı olmadan gövdesini ortaya koymuş bir siyasi kişiliktir. 12 Mart Muhtırasına ilk karşı çıkanlardandır.

Milletvekili olması teklif edildiğinde, ön seçim koşulunu ortaya koymuştur.

Siyasete girişiyle birlikte hakkındaki tartışmalar da başlamıştır.

Engin bilgisinin verdiği özgüvenle, hırslıdır. Acelesi vardır, ülkenin düzlüğe çıkması için. Yeni yeni düşünceler ortaya atan ekiplerin başını çekmiştir.

CHP-MSP Hükümetinin kuruluşunda büyük pay sahibidir. İkna gücüyle Ecevit ve Erbakan’ı ortaklıkta birleştirmiştir.

Kurulan hükümette Maliye Bakanıdır. Kıbrıs Barış Harekâtında çok çabası vardır.

12 Eylül’de en büyük bedeli ödeyenlerdendir. Sürgüne gönderilmiştir, cezaevine atılmıştır… Siyasi yasak yemiştir. Konuşmamak kaydıyla özgür bırakılacağına ilişkin evrakı suratlarına çarpmıştır, omzu kalabalıkların.

1977’de partinin birinci parti olmasında emeği çoktur. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı sırasında, kamudan yana tavır takınmış ATAŞ ve özel madenlerin kamulaştırılması çabalarıyla da bunu ortaya koymuştur. Maden emekçilerinin yaşam standartlarının yükselmesi çabaları da halen anımsanır.

Dışişleri Bakanı olduğu 90’larda Kardak Krizinin çözülmesinde en büyük payın sahibidir.

CHP’nin yeniden açılmasında emeği büyüktür. 12 Eylül’ün kapattığı partiler birer birer tarihe karışırken, CHP dimdik ayaktadır.

SHP’de genel sekreter iken yerel seçimlerde harikalar yaratılmıştır.

Zamanında görevlerini bırakmasını bilmiş ama, partiden kopmamıştır. Kürt Konferans’ına izinsiz katılan milletvekilleriyle ilgili tavrı,  Kürt Düşmanı olarak yaftalanmasına neden olmuştur. Oysa, 1989’da ülkenin en kapsamlı Doğu ve Güneydoğu raporunu hazırlayanların başında o vardır. “Herkesin etnik kimliği, şerefidir” diyen de odur.

Parti disiplinine aykırı davrananlara karşı takındığı tavır, bazı çevrelerce bir algıya dönüştürülmüş ve “Kürt düşmanı” olarak nitelendirilmiştir.

İte kaka siyasete sokulmuş İnönü karşısında, aday olma hakkını kullanması da hep eleştiri konusu yapılmıştır. Kurultaylarda, özellikle yerel yönetimler olmak üzere bazı çevrelerin karşıtlığına karşın çok az oy farklarıyla yitirmiştir.

Ecevit’in yaptığını İnönü yapamamış O’nu hep dışlama düşüncesi içinde olmuştur.

Murat Karayalçın’ın belediye başkanlığından istifa ettirilip, partinin başına geçirilmesi de bir başka büyük yanlış olmuştur. Ankara, böylece 25 yıl yobazlara teslim edilmiştir.

CHP’nin yeniden açılmasıyla birlikte de çekişmeler başlamıştır. Hizipçi dedikleri Baykal’a karşı, tüm gruplar birlik olup mücadele içine girmişlerdir. Bu da partinin zafiyete uğramasında etken olmuştur. İki partinin birleşmesinden sonra parti içinde SHP ‘ilik faaliyetleri alabildiğine sürmüştür, CHP-SHP ayrımcılığı körüklenmiştir.

Partinin Türkbank olayının üzerine gitmesi ve hükümetin düşmesinin faturası da Baykal’a kesilmiştir. 18 Nisan 1999 seçimlerinde partinin baraj altında kalması pahasına parti içindeki belli kesimler DSP’ye çalışmışlar ve birinci parti yapmışlardır.

2002 seçimlerinden sonra ise, kendisini tartmasını bilmeyen çok sayıda grup Baykal’a karşı iktidar mücadelesine girişmişlerdir.

Bu dönemde, bir ilçe belediye başkanı Mustafa Sarıgül, sıradan bir gazeteci Tuncay Özkan,  CHP kapatılsın, vâkıf olsun diyen 10 Aralıkçılar, Yaşar Nuri Öztürk, sol gruplar yönetime talip olma isteğiyle ortaya çıkmışlar ve yıkıcı çalışmalar yapmışlardır.  Onlar için, “Baykal gitsin de parti baraja takılsın önemli değil” mantığı doğru bir anlayış olarak ortaya konulmuştur. Kitlesel olarak 24 Mayıs 2002’de Murat Karayalçın ve arkadaşlarının kurdukları  SHP’de bir başka örnek olarak karşımıza çıkıyor, bu süreçte.

İşte, bu mücadelelerde, Baykal’a karşı yeni düşmanlar üremiştir. Düşman sayısının fazla olmasının nedeni de budur. Mücadeleyi belli bir zeminde bırakmayıp, partiye zarar verici boyutlara ulaştıranların partiden ve ülkeden çok kendilerini düşündükleri de yaşanarak görülmüştür.

Tüm bunlara karşılık, Baykal, karşısında olanlara da şans vermiştir. Buna;  Berhan Şimşek, Harun Akın, şarkıcı Zülfi Livaneli, Murat Karayalçın vb. Gibi isimler örnek verilebilir.

Baykal’ın azılı düşmanları arasında kendini solcu liberal diye tanımlayan AKP destekçisi ve Avrupa Birliği fonlarından beslenen gruplar da vardır. Onlar Baykal’ı özeleştirme düşmanı   ve darbeci görmektedirler. Elbette, Cumhuriyet ve Atatürk karşıtları da azılı Baykal düşmanları arasında yerlerini almışlardır.

Baykal’ın sıkça eleştirildiği bir konu ise Tayyip Erdoğan’ı ülkenin başına bela ettiği iddiasıdır. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları diyen akademisyenler bile çiftte standarttan yana tavır takınmışlardır. Anayasayı, değiştirecek sayıda milletvekili kazanan bir partinin genel başkanıyla ilgili Anayasa Mahkemesi’nin kararı ortada iken,  referandum tehlikesini bertaraf etmek için TBMM’ni adres gösteren doğru bir karar vermiştir. Ben de olsam, aynı şeyi yapardım. Baykal’ın bu davranışı bir kahraman yaratılmasını önlemiştir ve adı geçen kişinin gerçek yüzü tam anlamıyla ortaya çıkmıştır.

Baykal, demokrasiye, insan haklarına, emeğin üstünlüğüne, insan haklarına inanan bir Cumhuriyet çocuğudur. Atatürk ilkelerine sımsıkı bağlı üniter yapının yılmaz savunucusudur. Bir devlet adamıdır. Belki de Türkiye’nin son devlet adamlarından birisidir.

85 bin Amerikan askerinin ülkemize gireceği, ülkenin geniş bir coğrafyasına yayılacağı 1 Mart Tezkeresi’ne karşı verdiği mücadele başlı başına bir destandır. Liberallerin, askeri vesayet deyip eleştirdikleri Ergenekon ve Balyoz kumpaslarında “Ben bu davanın avukatıyım” diye cansiperane karşı duruşunu tarih elbette değerlendirecektir. Mayınlı Topraklar olayı ise emperyalizme karşı verdiği büyük bir mücadeledir.

Atatürkçüdür, üniter yapıdan yanadır, laikliğin amansız savunucusudur, demokrasiyi içselleştirmiştir. Elbette, ulusalcıdır.

Tüm, bu özelliklerinden birileri rahatsız olmuşlardır ve kaset kumpası ile istifası sağlanmıştır.

Spordan sanata, tiyatrodan sinemaya, edebiyattan felsefeye her alanda derin bir bilgi hazinesi olan Baykal gerçek bir entelektüeldir. Konuşmaları kimilerininki gibi sığ değil, derinliği olan konuşmalardır. Gazeteci arkadaşlarımız grup toplantılarında Baykal bugün ne diyecek merakla beklendiğini iyi anımsarlar. Ona bu özellikleri ile yetişemeyenlerin de Baykal düşmanlığını anlamak mümkündür.

Çok da hatası vardır. Acelecidir, duygusaldır, vefalıdır. Birlikte yola çıktığı arkadaşlarını satmamıştır. Onun eteklerine yapışıp, bir yerlere gelenler de düştüklerinde Baykal düşmanı oluvermişlerdir.

Bir şey daha. O doçentken Profesörlük titrini de elinin tersiyle iten insandır.

Ve,  Atatürk’ten sonra CHP’li ölen tek genel başkandır.

Çok birikimli, donanımlı olmasına karşın hakkettiğini alamamış, belki de Türkiye’nin en şanssız siyasetçisidir.

Işıklarda uyusun.

Bu vesile ile depremde yitirdiğimiz canlara rahmet, yaralılara şifa diliyorum. Ülkemizin başı sağ olsun.